“Kaç yaşında?”
“Vallahi Hazal’dan olsun da iki yaş büyük olsun, o kadar,
büyük değil yani. Bu sıcak renk, bu soğuk renk, bu bunun kontrastı, bu bunun
tonu, bu bilmem ne. Baksan yakıştıramazsın söylediklerini kalıbına. Yan gözle
bakıyorum bunlara ama dinledikçe Kübra için daha çok içim burkuluyor. Belli ki
kızda bir incelik var, bir zarafet anlayışı var. Renklerden anlıyor, estetikten
anlıyor. Üstelik daha bacak kadar. Nasıl dert ediyordur şişmanlığını,
düşünsene.”
“Düşüneceğim, söz,” dedim, “ama sen düşünme ne olur, resim
defterine dön.”
“Biricik oturdu bunların yanına, yere, kızlarla konuşuyor,
ediyor, falan. Hazal’ın yaptığı resimlere bakıyorlar üçü. İşte, bu eski
evimizin orası, bu eski okulumla gittiğimiz piknik. Falan. Biricik hayretler
içinde ama, övgüler övgüler, aferinler aferinler. Kübra da dahil tabii… Sonra
benim dikkatim dağılmış, bir şeyler konuşmaya dalmışım.”
“Avrupa’da din savaşları,” dedim.