- Vallahi nasıl geçtiğini anlamadık, dedi.
Gülfem'in yüzünden, ne cevap vereceğini şaşırdığı belli
oluyordu. Geldiği andan beri bütün organizasyonu altüst eden, teftişi bir
kargaşaya dönüştüren, toplantıları ve brifingleri kestirip atan bu kadına ne
söylese, söylediğinin yüz bin katı içinde kalmış olacaktı.
- Biz de anlamadık, dedi sonunda.
Gerçekten de söylediği gibi hissettiği her halinden
belliydi.
Bizi Ankara’ya davet ettiler. Edirne kadar güzel değil ama
Gölbaşı’na gideriz, dediler. Gülümsedik. E-posta adresleri, telefonlar aldık,
verdik. Saat yarıma doğru uzun kahvaltımız bitti. Sevgili müfettişlerimizi gara
götürüp sağ salim otobüslerine bindirmek bana düşüyordu. Sonra ofise gidip
arabayı teslim edecek ve Gülfem'in hemen, sıcağı sıcağına yapmak istediği
toplantıya yetişecektim.
- İlâhi Gülfem Hanım, demişti Türkân Hanım, cumartesi
cumartesi ne toplantısı, aceleniz ne?
- Olsun, şöyle bir geçeriz, demişti Gülfem.
Arabayı teslim ettiğimi kesinleştiren imzayı atarken
telefonum çaldı. Günlerin getirdiği alışkanlıkla Gülfem'in sesini duymayı
bekleyerek açtım.
- Kim bu paçoz karı?
İçimdeki yara, aaah, diye bağırdı: “Aaah…”
¯¯¯