Bekle Beni / 36

Teftişin devamı da gayet iyi gitti. Bütün toplantı ve brifing saatleri sarktı, bazıları ertesi güne kaldı, bazıları erkenden paydos edildi. Valiyle yenecek akşam yemeği, neyse ki sayın vali henüz kesinleştirmemişti, makamına akşamüstü yapılan bir nezaket ziyaretine dönüştü. Ilıca gezisi tamamen iptal oldu; Türkân Hanım suya girmeyi ve mayo giymeyi sevmiyor, bir yabancının kendisini mıncıklayarak masaj yapmasında rahatlatıcı ve keyif verici bir şey bulamıyordu. İlk günün sonundaki geniş katılımlı resmî akşam yemeği dışında, akşamlarımızı Hüseyin Bey’in çiftliğinde geçirdik. Cuma günü öğleden sonra Hüseyin Bey’le Gülfem’i ofiste bırakıp Türkân Hanım ve Kürşat’la kapalıçarşıları gezdik; çifte kavrulmuş gül lokumu eşliğinde nargile ve kahve içtik. Cumartesi sabahı En Önemli Öğün’de yaptığımız veda kahvaltısında Türkân Hanım;

- Vallahi nasıl geçtiğini anlamadık, dedi.

Gülfem'in yüzünden, ne cevap vereceğini şaşırdığı belli oluyordu. Geldiği andan beri bütün organizasyonu altüst eden, teftişi bir kargaşaya dönüştüren, toplantıları ve brifingleri kestirip atan bu kadına ne söylese, söylediğinin yüz bin katı içinde kalmış olacaktı.

- Biz de anlamadık, dedi sonunda.

Gerçekten de söylediği gibi hissettiği her halinden belliydi.

Bizi Ankara’ya davet ettiler. Edirne kadar güzel değil ama Gölbaşı’na gideriz, dediler. Gülümsedik. E-posta adresleri, telefonlar aldık, verdik. Saat yarıma doğru uzun kahvaltımız bitti. Sevgili müfettişlerimizi gara götürüp sağ salim otobüslerine bindirmek bana düşüyordu. Sonra ofise gidip arabayı teslim edecek ve Gülfem'in hemen, sıcağı sıcağına yapmak istediği toplantıya yetişecektim.

- İlâhi Gülfem Hanım, demişti Türkân Hanım, cumartesi cumartesi ne toplantısı, aceleniz ne?

- Olsun, şöyle bir geçeriz, demişti Gülfem.

 ¯¯¯

Arabayı teslim ettiğimi kesinleştiren imzayı atarken telefonum çaldı. Günlerin getirdiği alışkanlıkla Gülfem'in sesini duymayı bekleyerek açtım.

- Kim bu paçoz karı?

İçimdeki yara, aaah, diye bağırdı: “Aaah…”

¯¯¯